Materyalizm, felsefenin en köklü ve tartışmalı akımlarından biridir. Materyalizme göre varlığı tamamen madde oluşturmaktadır. Bu makalede materyalizmin tarihinden, ortaya çıkışından ve Antik Yunan felsefesindeki materyalizm anlayışından bahsedeceğiz. Bununla kalmayıp Materyalizm, idealizm arasındaki çatışmaya da değineceğiz.
Materyalizm Nasıl Ortaya Çıktı?
Antik Yunan’da Miletli filozoflara kadar ana inanç Homeros inancıydı. Yani gerçekleşen oluş ve bozuluşların tümü tanrılar tarafından gerçekleştiriliyordu. Hayattaki hemen hemen her şey tanrıların duygu durumlarına göre açıklanıyordu. Örneğin şimşeğin çakması tanrı Zeus’un kızdığına bir işaretti. İlk defa filozof Thales, bu durumu değiştirerek bütün bu olayların ardında tanrıların değil mekanik süreçlerin olduğunu iddia etti. Thales’e göre evrende bir düzen vardı ve insanlar eğer bu düzenin ardındaki matematiksel yasaları keşfedebilirse gerçekleşen olayları tanrılara başvurmadan açıklayabilir hatta gelecekte yaşanacak olayları da tahmin edebilirdi. O dönem halkı için çığır açıcı olan bu görüşlerin ardında Thales, bütün varlıkların bir özünün olmasını ve bütün varlıkların o özden gelmesi gerektiğini düşündü. Arkhe adını verdiği bu öz Thales’e göre suydu. Her şey sudan meydana gelmiş, suyun ısınması soğuması azalması veya çoğalması gibi şeylerle diğer elementlerin oluştuğunu ve bu elementlerden de cisimlerin oluştuğunu söylüyordu. Aynı zamanda Thales’e göre su canlıydı ve evrendeki her yer aslında suyla kaplıydı. Bundan dolayı hareketi sağlayan şey de suyun canlılığıydı. Diğer canlılar’da sudan meydana geldiği için canlıdan canlının oluştuğunu bu şekilde açıklıyordu. Thales’in her şeyin özüne maddesel olan suyu koyması, felsefede çığır açtı. Böylece Thales’ten sonra gelen Miletli filozoflarla beraber her şey madde ve maddenin değişimleriyle açıklanmaya başlandı. Bu açıdan Thales’in materyalizmin köklerini atan ilk kişi olduğunu söyleyebiliriz.
Thales’in tarihi değiştiren görüşlerini, Anaksimandros ve Anaksimenes takip etti. Anaksimandros arkhenin yerine sınırsız ve belirsiz olan “apeiron”u koydu. Anaksimenes ise “hava”yı yerleştirdi. Böylece evrendeki bütün değişimler bu arkhelerin değişimleriyle açıklanmaya başlandı. Milet okulundan sonra Pisagor, Parmenides gibi isimlerle materyalist görüşün aksine de felsefeler geliştirilse de Milet okulu her zaman felsefecileri etkilemeye devam etti. Materyalizmi bir hayli geliştiren Anaksagoras ve Empedokles, her şeyin maddeden geldiğini söylerek. Bütün değişmeleri maddeyle açıkladı. Filozof Anaksagoras, evrendeki her şeyin yapıtaşında sayıca sonsuz olan spermata denilen maddeler olduğunu öne sürdü. Anaksagoras’a göre bu spermatalar ezeli ve ebedidir. Yani sonradan yaratılmamıştır ve hep var olmaya devam edecektir. Evrende görünen her şey spermataların birleşmesi ve ayrılmasından meydana gelmektedir. Spermetalar maddenin en yalın hali olduğu için bütün cisimler oluşa ve bozuluşa tabiyken spermetalarda asla bir yok oluş gerçekleşmez. Anaksagoras’ta, bu spermataların ayrılıp birleşmesi ve düzenlenmesi yani hareket etmesi, yine maddesel olan nous sayesinde gerçekleşir. Nous, her şeyin içinde vardır. O maddenin de maddesidir ve bilinçli bir varlıktır yani akıl sahibidir. Bilinçli olmasına karşın nous’da irade yoktur. Yani nous, bir şeyleri irade ederek birleştirip ayırmaz. Her şey zorunluluklara bağlı olarak gerçekleşir. Bu açıdan Anaksagoras’ın evren anlayışı son derece mekanik ve deterministtir.
Anaksagoras’ın yanında yine materyalist düşüncenin en önemli isimleri arasına Empedokles’i de yerleştirmek gerekir. Empedokles’te de varlığı maddeler oluşturur. Tıpkı Anaksagoras’ta olduğu gibi varlığın özündeki madde de ezeli ve ebedidir. Her yerdedir ve sonsuzdur. Fiziksel formlar, maddelerin belli orantılarda birbirleriyle karışmasıyla ve ayrılmasıyla meydana gelmektedir. Empedokles, evrendeki maddelerin en başta birbiriyle karışık ve bütünleşmiş halde olduğunu söyler. Tıpkı Big-Bang modelinde olduğu gibi bütün maddeler birleşmiş, bütün ve sonsuz yoğunluktaki bir haldedir. Daha sonra bu maddeler ayrılarak ateş, hava, su ve toprağı meydana getirmişlerdir. Empedokles’ten önceki filozoflar arkhelerinde ateş, hava ve su’yu kullansalar da bu arkhelerin arasına ilk defa Empedokles tarafından toprak elementi eklenmiştir. İşte herhangi bir cisim bu dört elementin sayısal orantılarına göre birleşmesiyle oluşur. Örneğin nemli ve soğuk olan cisimlerde su elementinin daha yoğun diğerlerinin daha az yoğun olduğunu söyleyebiliriz. Peki bu maddelerin hareket etmesini sağlayan sebep nedir? Empedokles bunun cevabını, sevgi ve nefret olarak söyler. Sevgi hakimse çekim daha fazla olur ve maddeler birleşir. Evrende nefretin hakim olduğu yerde de ayrışmalar meydana gelir. Evrende sevginin ve nefretin orantısından bağımsız olarak, dört element evrende sonsuz sayıdadır ve eşit biçimde dengededir. Sevgi ve nefret güçleri, bu elementleri kullanarak cisimlerin oluşmasını sağlar. Bu açıdan baktığımızda Empedokles’in Miletli Filozoflardaki gibi hareketin kendini de maddenin kendisinde gören görüşün aksine. Hareketin sebebine dış bir kuvvet vesile olur.

Leukkipos ve Demokritos’a Göre Maddecilik
Empedokles ve Anaksagoras’ın materyalist görüşlerinden sonra Leukkipos ve Demokritos’la beraber materyalizm en üst seviyesine gelmiş ve madde artık “atom” denilen yapıtaşlarıyla açıklanmaya başlanarak atomculuk okulu kurulmuştur. Aslında Leukkipos’tan önce Pisagor’da bir atom görüşünün olduğunu görebiliyoruz. Pisagor, cisimlerin içi sayılarla dolu noktalardan oluştuğunu söylese de atomculuk ilk olarak Leukkipos’la felsefeye girmiştir. Leukkipos’a göre madde, atoma adı verilen bölünemez kesilemez aşırı küçük maddelerden meydana gelmiştir. Cisimler bu atomların fazlalığına, birbirlerine yakınlığına ve uzaklığına göre oluşur. Örneğin atomlar eğer birbirlerine uzaksa bu atomların oluşturacağı cisim, daha geçirgen olacaktır. Eğer birbirlerine çok yakınsa daha katı olacaktır. Leukkipos’ta da Anaksagoras’ta olduğu gibi hiçbir şey tesadüfen gerçekleşmez. Maddenin hareketleri zorunlu bir nedensellik zincirine bağlıdır. Yani her şeyin, o şeyi zorunlu kılan bir nedeni vardır. Materyalizm’in kurucularından sayılan Leukkipos kendisini gizlemeyi tercih ettiği için onunla ilgili pek fazla bilgiye rastlanmaz ancak onun Materyalizm’in babası olan Demokritos’un akıl hocası olduğunu ve onu etkilediğini biliyoruz.
Demokritos zamanında Antik Yunan medeniyetinde en çok rağbet gören filozof Pisagor’du. Buna karşın Milet okulunun Doğa felsefeleri de felsefeyle ilgilenenler arasında karşılık bulabiliyordu. Böyle bir dönemde Demokritos’ta gençlik yıllarında büyük bir Pisagor hayranıydı. Leukkipos, Demokritos’un Miletli filozofları (Thales, Anaksimandros, Anaksimenes) takip etmesini sağladı ve bu şekilde Demokritos doğa felsefesiyle tanıştı. Doğa felsefesiyle tanışan Demokritos’un düşünceleri, bu materyalizme zıtlık oluşturan Pisagor’un öğretilerini terk edip Doğa felsefesine kaydı. Demokritos, bütün hayatını ülke ülke gezerek harcamış ve tüm parasını da gezip öğrenmeye adamıştı. Parası bittiğinde abisinin de ekonomik desteğiyle bunu sürdürebildi. Daha sonra Atina’ya gelerek orada düşüncelerini insanlarla paylaştı. Sokrates’in tartışmalarını takip etti ve yaklaşık 65 tane kitap yazdı ancak bu kitaplar daha sonra Hristiyanlar tarafından yok edildiği için günümüze ulaşamamıştır.
Demokritos akıl hocası Leukkipos’tan da etkilenerek rasyonalist bir tavırdan yerine deneyci bir tavrı tercih etmiş ve evreni duyulardan elde ettiği verilere göre yorumlamıştır. Demokritos duyuların yanıltıcılığını kabul etse de duyulardan elde ettiğimiz verileri doğru yorumlayarak hakikati bulabileceğimizi düşünmüştür. Bu açıdan günümüz bilimine oldukça yakın bir metot izlediğini söyleyebiliriz. Demokritos’a göre bütün varlıklar maddidir ve atom adı verilen bölünemez, kesilemez maddenin en temel yapıtaşlarından meydana gelmiştir. Elbette Demokritos’un bahsettiği atom ile bugün anladığımız atom kavramı aynı değildir. Modern bilim biraz aceleci bir isimlendirme yaparak proton, nötron ve elektronun oluşturduğu varlığa atom demiştir. Oysa Demokritos’un bahsettiği atom kavramı modern bilime göre olan atomu da oluşturan parçacıkları kapsar. Güncel fizikteki her atom altı parçacığın da özü olan sicimlere karşılık geliyor diyebiliriz ancak Demokritos atomları sicim şeklinde hayal etmemiştir. Demokritos’a göre cisimler atomların şekillerine, fazlalık-azlığına ve dizilişine göre oluşurlar. Örneğin ruh, ateş gibi ince çok hareketli ve küresel atomların birleşimiyken masa köşeli atomların birleşmesiyle oluşmuştur. Demokritos’a göre madde dışında hiçbir şey yoktur yani Empedokles’teki gibi bir dış kuvvet yer almaz. Anaksagoras’taki gibi maddeyi düzenleyen mekanik bir nous kavramına da inanmaz. Demokritos’a göre madde de bilinç ve akıl yoktur. Madde kendi kendinin hareket sebebidir. Maddenin hareketinin hiçbir amacı yoktur ve bilinçli bir şekilde hareket etmezler. Yalnızca zorunluluklar vardır ve o zorunluluklara uyarak hareket ederler. Bu açıdan Demokritos’ta da diğer materyalistlerde de gördüğümüz gibi bir determinizm hakimdir.

Demokritos’ta yaşanan tüm fiillerin bir nedeni vardır ve bu nedenler doğa yasaları tarafından zorunlu olarak gerçekleşirler. Zihin, akıl, düşünce gibi kavramlar da atomların bir takım fiziksel ve kimyasal hareketlerinden başka bir şey değildir. Evrende hiçbir amaç yoktur. Madde, doğal yapısı gereği sürekli devinme halindedir. Ölüm dediğimiz şey atomların birbirinden ayrılması doğum da bir araya gelmesinden başka bir şey değildir. Evren’de sayıca sonsuz olan atomların hareketiyle değişmeler gerçekleşir. Atomların hareket edebilmesi için de evren de bir boşluk olmak zorundadır. Bu konuda Demokritos, Parmenides’çi Elea okuluna karşı gelir. Parmenides ve Elea okulu evrende hiçbir boşluğun olmadığını, her yerin varlıklarla dolu olması gerektiğini düşünüyordu. Bu düşünceye “yokluk yoktur” önermesiyle mantıksal çıkarım yaparak ulaşıyorlardı. Her yerin varlıklarla dolu olması, varlığın hareket edecek boşluğa sahip olamaması ve bu yüzden aslında hareket dediğimiz şeyin bir illüzyondan ibaret olduğu anlamına geliyordu. Bu da materyalizme direkt olarak zıt bir görüştü. Demokritos Elea okulunun bu görüşüne karşı çıkarak evrende boşlukların olduğunu ve atomların o boşluklarda hareket ettiğini söylese de Elea okulunun görüşlerini bu konuda çürütmeyi başaramamıştır. Demokritos rasyonalist değil de deneyci bir filozof olduğu için görünenler üzerinden gitmenin bizi daha doğru sonuçlara ulaştıracağını söylemiş ve görünen şeyin hareketin var olduğu yönünde olduğunu aktarmıştır. Hatta eğer atomların hareketlerini hesaplayabilecek bir bilgi seviyesine ulaşabilirsek dünyada meydana gelecek her değişikliği hesaplayabileceğimizi iddia etmiştir. Demokritos’a göre ruh da tıpkı beden gibi ölür ve dağılır. Ölümden sonra bilincimiz kaybolur. Tanrı ve dini metafiziksel kavramlar Demokritos’a göre insanların uydurmasından başka bir şey değildir.
İdealizm ve Materyalizmin Savaşı: Platon’un Görüşleri
Demokritos’tan 29 yaş daha genç olan Platon Demokritos’a en sert çıkışları yapmış ve adeta ona karşı bir savaş başlatmıştır. Felsefi olarak onu çürütmeye çalışmanın yanı sıra Demokritos’un kitaplarını satın alıp onları yok etmek ve onun adını silmek için çabalamıştır. Pisagorcular Platon’un görüşlerine daha yakın olsalar da Platon’u bu konuda uyarmış ve yaptığının yanlış bir şey olduğunu söylemişlerdir. Platon’un derdinin ise düşünsel olarak materyalizmin kendisinde değil de materyalizmin insanlar için tehlikeli olabileceği endişesinde olduğu için bunları yaptığını şu sözlerden görebiliyoruz: “Bu teoriler bütün insanlar içerisinde yayıldı. İşte gençlerin dinini boş verip yasanın inanmayı emrettiği tanrıların var olmadığını söylemeleri bu yüzden. İşte devrimlerin sebebinin yattığı yer; bu teoriler insanları doğayla uyum içinde yaşamaya çağırıyorlar, ama aslında insanlara hükmetmek istiyorlar.” Yani Platon, Materyalizmi siyasi bir tehlike olarak görmüştür. Bu yüzden ona karşı büyük bir savaş açmıştır diyebiliriz. Platon’un Demokritos’u silme çabaları başarılı olamasa da daha sonra Hristiyanlığın erken dönemindeki Hristiyanlar Demokritos’un tüm eserlerini yok etmeyi başarmışlardır bundan dolayı Demokritos’un günümüze ulaşan bir eseri maalesef yoktur.
Materyalizm, 27 yıl süren Peleponez savaşlarının sonucu olarak halk arasında rağbet görmeye başlamıştır. Demokrat Atinalılar ile Aristokrat Spartalılar arasında gerçekleşen bu savaşın uzun sürmesinin de etkisiyle Atina’nın ekonomisi bir hayli zayıflamış ve halkın refah seviyesi önemli ölçüde düşmüştür. Refah seviyesinin düşmesiyle de doğal sonuç olarak, birlik düzen ortadan kalkmış, hak, hukuk, adalet gibi kavramlar gevşemiş, demokrasi sözde bir demokrasiye evrilmiştir. Sınıf mücadelesinin başladığı bu dönemde zenginlerle fakirler arasında bir iç çatışma doğmuştur. Zengin aristokratlar, çeşitli suikastlerle ve kumpaslarla bu iç çatışmanın galibi olmuş fakirler giderek daha da ezilen bir konuma evrilmiştir. İşte materyalizmin karşılık bulduğu dönem böyle bir dönemdir. Materyalizmde yer alan amaçsızlık, ruhani olana değil bedensel olana önem verilmesi, erdem gibi konuların anlamsız olduğunun düşünülmesi aristokratların işine gelmiş ve materyalizmi bu şekilde kullanmışlardır. O dönemi bırakıp şu anki dönemimize baktığımızda da durumun çok farklı olmadığını görüyoruz aslında. İnsanları materyalist bir yaşama ikna edebildiğin ölçüde onları yönetmek çok daha kolaydır. Çünkü materyalizmin hakim olduğu çağlarda maddiyat önemlidir. İnsanlar kolaylıkla satın alınabilir ve yönetilebilir. Onların bedensel ve maddi hazlar uğruna yaşaması zorlanır. Bu hazlara erişebilmek için de para kazanmak gerekir para kazanmak için sisteme dahil olmak gibi. Bu ancak materyalizmle mümkün olabilir bu yüzden kapitalizmin materyalist bir tavır kazanması ve karını arttırabilip insanları yönetebilmesi için insanlara da materyalist bir hayatın dayatılması bundandır.

Tüm bu verilere baktığımızda aslında Platon’un Materyalizmdeki tehlikeyi öngörmesi ve bunu sonlandırma çabasını anlayabiliyor hatta onu haklı da bulabiliyoruz. Tabii materyalizmin siyasi olarak tehlikeli olması, materyalist filozofların saçmaladığı ve tümünün bu tarz yönetilmeye müstehak olduğu anlamına gelmez. Örneğin Anaksagoras, materyalist olmasına karşın anladığımız tarzda bir materyalist yaşamı reddeder. Empedokles, bildiğimiz tarzda bir materyalist olmasa da tekamül ve reenkarnasyon gibi kavramlara inanır. Hayatını bir amaca göre yaşar, et yemeyi reddeder ruhani olana ağırlık verir. Demokritos’ta hazları bedensel ve zihinsel hazlar olarak ikiye ayırır. Bedensel hazların gelip geçici olduğunun ve ölçülü davranılması gerektiğini asıl önem verilmesi gerekilen hazların zihinsel hazlar olduğunu vurgular. Ayrıca Demokritos’un hayatında siyasete hiçbir şekilde dahil olmadığını da biliyoruz. Yani Antik Yunan’daki materyalist filozoflar yalnızca düşünsel olarak materyalist kalmışlardır. Haz ve tüketim odaklı bir yaşamı tercih etmemişlerdir. Kısacası materyalist olmak materyalizmin bugünkü siyasi konumunu ve dayattığı yaşam tarzını desteklemek anlamına gelmez. Materyalizm tarihi Antik Yunan’da anlattığımız gibi şekillenmiş ve ilerlemiştir. Gelecek süreçlerde ise materyalizm: Gassendi, Thomas Paine, Hobbes, Francis Bacon, Diderot gibi filozoflarla ilerlemiştir. Yakın tarihte Karl Marx ve Engels materyalizmdeki siyasi gücü görmüş ve bu gücü kapitalizmi yıkacak ve hayatı kutsayacak bir şekilde geliştirmek isteyip Diyalektik Materyalizm tezini ortaya atmışlardır. Materyalizmin Marksizm gibi bir ideolojinin ana merkezinde yer alması onun siyasetle ne kadar ilgili olduğunun da bir delili olmuştur.