Maniheizm, 3. yüzyılda Pers İmparatorluğu’nda yaşamış olan Mani tarafından kurulmuş gnostik bir dindir. Roma İmparatorluğu’ndan Çin’e kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılmayı başaran Maniheizm, kendisini Zerdüştçülüğün, Budizmin ve Hristiyanlığın devamı olarak sunar. Bu makalede Maniheizm’in ana prensiplerini ve tarihteki yerini inceleyerek bir zamanlar küresel bir güç olma potansiyeli taşıyan bu dinin yükselişini ve nihai çöküşü gösterilecektir.
Maniheizme Tarihsel Bir Yolculuk
Maniheizm, tarihte 3. Yüzyılda peygamberi Mani olan gnostik temelli bir dindir. Kişi olarak Mani ilk önce gnostik bir inanç olan Sabii inancına dahil olmuştur. Vaftizci Yahya öldürüldükten sonra Vaftizci Yahyanın taraftarları doğu tarafına kaçmış ve Sabii’lerle etkileşime girmişlerdir. Maniheizm dinin kurucusu Mani’de işte böyle bir inanç ortamından çıkmıştır. Peygamber Mani, İsa peygamberin getirdiği gnostik Hristiyanlığın bozulup, kurumsallaştırıldığını ve İsa’nın yolundan çıkartıldığını düşünür. Başka bir makalede değindiğimiz gnostisizm temelli Hristiyanlığı tekrar geri getirmek ve sapkın olan kilisenin otoritesini yıkmayı amaçlamıştır. Bu yüzden Mani, kendini bir müjdeleyici olarak görüp Maniheizm adında bir din ortaya çıkarmıştır. Maniheizm adı altında gnostiklerin devletin içine sızmasını ve devlet yönetimine girmesini, gnostisizmi tüm dünyaya yayarak insanları aydınlığa ulaştırmayı amaçlamıştır. Tarihe baktığımızda Maniheizmin bunu başardığını söylebiliriz. Hem Uygur Türkleri tarafından benimsenerek Uygur Kağanlığının resmi dini olması hem de Sasani saraylarında önemli rollerde maniheistlerin yer alması, Justinianusun yakın adamlarından birinin maniheist olması gibi verilerle Maniheizm, İspanya’dan Çine kadar çok geniş bir coğrafyada taraftar kitlesi bulmayı başarmıştır.
Maniheizm, genellikle sahip olduğu gnostik görüşten ötürü kurumsal Hristiyanlık, İslam gibi inançlara sahip devletler tarafından baskılanmış ve çeşitli yasaklara maruz kalmıştır. Ancak Maniheizm’in Emevi’ler döneminde biraz rahat olduğunu söyleyebiliriz. Bunun nedeni Emevi’lerin Doğu Roma ve İran karşısında Maniheizmi destekleyerek kendilerini güçlendirmek istemesidir. Yani stratejik bir hamle olarak Maniheizme müsaade etmişlerdir. Emevi’lere nazaran Abbasiler Maniheizm’e karşı daha sert bir çıkış getirmişler, onları tehdit olarak görüp Maniheizm’e karşı sert önlemler almışlardır. Dönemler boyunca Maniheizm inancına sahip kişilerin doğuya göç etmesi sonucunda Uygur Kağanılığı çevresinde Maniheizm’in giderek yayıldığı söylenebilir. Çin’in refah seviyesinden etkilenip onlar gibi yerleşik hayata geçmek isteyen Uygur Kaanı Bögü Han, savaşın ve et yemenin kutsal olarak görüldüğü gök tengri inancının yerleşik hayata geçiş için dezavantajlı olduğunu fark etmiş ve o dönem karşılaştıkları Maniheist keşişlerden etkilenerek Maniheizm inancını benimsemiştir. Zamanla Uygur’ların kültürel yapısı Maniheizm’e doğru kayınca savaşmanın, et yemenin hatta dalından meyve koparmanın bile yasak olduğu bu dinle beraber Uygurlar ekonomik, siyasi ve askeri olarak zayıflamıştır. Bunun sonucunda da yıkılmıştır.

Mani’nin Yolu ve İnancın Temelleri
Maniheizm’in kurucusu Mani, bahsettiğimiz gibi kendisini İsa’nın ardılı olarak görmüştür. Yine gnostiszm de önemli yerlere sahip olan Hanok, Nuh peygamberin oğlu Sam, Zerdüşt, Buddha ve İsa’yı kendisinin öncülleri olarak görür ve kendisini hepsinin mührü olduğunu yani toplayıcısı olduğunu söyler. Mani’ye göre İsa, Zerdüşt gibi kişilerin gnostik öğretileri yaymada başarısızlığa uğramalarının ve düşüncelerinin çok kolay bir şekilde manipüle edilmesinin sebebi bu kişilerin kendi elinden bir kutsal kitap yazmamış olmasıdır. Bu yüzden Mani, kurduğu Maniheizm inancı için “Arzhang” adında bir kutsal kitap yazmıştır. Kendisi aynı anda bir nakkaş olmasından ötürü kutsal kitaplarını resimlerle de süslemiştir. Bu kutsal kitaba ait özellikle İran tarafında bazı bulgular bulunsa da kendisi yok edilmiş bir kitaptır ve kitabın tam haline ulaşılamamıştır. Mani, Maniheizm inancını temellendirirken Markion, Valentinus gibi gnostik üstatlardan da hep bahsetmiştir.
Maniheizm inancının temellerine gelirsek karşımıza literatürde teodise olarka da çıkan kötülük problemine verilen yanıtlardan bahsetmemiz gerekir. Mani, kurumsallaşmış Hristiyanlığın yani kilisenin kötülük problemine verdiği cevabı mantıklı görmemiş. Saf iyi olan bir tanrıdan kötülüğün çıkamayacağını söylemiştir. Bundan ötürü Mani, diğer gnostik görüşlerde de olduğu gibi evreni düalist bir açıdan yorumlamıştır. Maniheizm’e göre evrende ışığın ve karanlığın tanrısı olmak üzere iki tanrı vardır. Ancak karanlığın tanrısı aslında gerçek tanrı değildir. O gnostisizmde çok sık gördüğümüz Demiurgostur. Bedeni, maddeyi yaratan varlık Demiurgos yalancı ilah olarak görülür ve kötülüğün sembolüdür. Kusurlu olduğu için de kötülük Demiurgos’tan gelir. İyi olan tanrı ise gerçek tanrıdır ve mutlaktır. O bir’dir ondan asla kötülük çıkmaz. Aslında bu açıdan bakıldığında bu düalist görüşün gerçekte tek tanrı inancına sahip olduğunu görebiliyoruz çünkü Demiurgos gerçek bir tanrı olarak görülmez. O sahte ve yalancı bir tanrıdan başka bir şey değildir. İnsanlık tarihi, Demiurgos tarafından bedene hapsedilmiş ruhun kurtarılması ve ait olduğu gerçek tanrıya ulaşma mücadelesidir. Bu teolojik yapı, insanı bedeniyle (karanlık) ve ruhuyla (ışık) bir savaş alanı olarak konumlandırır.
Diğer gnostik inançlarda da olduğu gibi Maniheizm’de son derece hümanist bir inançtır. Öğütlediği yaşam tarzı daha çok dayanışmaya ve herkesin kardeşliğine dayalıdır. Bu açıdan komünal bir yaşamı tavsiye ettiğini söyleyebiliriz. Maniheizm’de bütün canlılar ruh içerdiği için herhangi bir canlıyı öldürmek büyük günah teşkil eder. Bu yalnızca hayvanlarla sınırlı değildir. Bir ağacın dalından meyve koparmak da günah olarak görülür. Bunun dışında, cinsellik ve evliliğe karşı da son derece kısıtlayıcı bir dindir. Kısaca insanın bedensel olan özelliklerini reddedip daha çok ruhsal olana yönlendirmek istiyor diyebiliriz. Maniheizm’de yine insana keyif veren şarap gibi içkilerin yasak olduğunu, Sabiilikte olduğu gibi her gün vaftiz olmanın gerektiğini ve Yahudilikten gelen 7. gün dinlenmenin yer aldığını da söyleyebiliriz.
Maniheizm, insanları seçilmişler ve münzeviler olarak ikiye ayırır. Bu ilişki İslamda’da yer alan “Pir”ciliğin aynısıdır diyebiliriz. Seçilmiş olan kısım daha katı kurallara sahip, kendini ruhsal olarak bir hayli geliştirmiş ve irfan ilminde bir seviye kazanmış kişilerdir. Dinleyici olan münzeviler ise daha esnek kurallara sahip olmakla beraber, Maniheizm’in getirdiği yaşam pratiklerine uyarlar ve seçkinlere bağlanırlar. Aynı zamanda misyonerlik faaliyetlerini de yürütürler. Bu ayrım, Seçkinlere maddi desteğin sağlanmasını ve Maniheizm’in geniş halk kitlelerine yayılabilmesini sağlamıştır. Maniheizm’de seçkinler sınıfı beşe ayrılarak piramidel bir hiyerarşi kurulmuştur. Bunlar sırayla: Maninin vekili olarak görülen üstadlar, 12 havariden gelen 12 yönetici, dini yayma ve bazı yönetimlerde bulunan 72 psikopos, manevi rehberlik görevinde 360 kişilik ihtiyar heyeti ve piramidin en altında sadeler bulunmaktadır. Buradaki 72 sayısı gnostisizm makalemizde daha ayrıntılı bahsettiğimiz üzere 5 gezegenden ötürü haftanın 5 gün olarak kabul edilmesi ve her hafta her gezegen için bir kavim yaratılması, bu yüzden de 1 yılda 72 hafta olacağı için toplam 72 tane kavmin yaratılmış olmasıdır. 360 sayısı da 72 haftanın 5 günle çarpımı olan sayıdır yani o zamanlar gnostiklerin bir yılı 360 gün olarak kabul etmelerinden kaynaklanır.
Sonuç Olarak Maniheizm
Maniheizm, teolojik derinliği ve başarılı misyonerlik stratejileri sayesinde büyük bir yayılma gerçekleştirmiş ancak başarısını kalıcı tutamamıştır. 11. Yüzyıla gelindiğinde Maniheist topluluklar büyük oranda yok edilmişlerdi. Bu yok oluşun nedeni Uygur’ların çöküşünden de görebileceğimiz gibi aslında Maniheizm’in gnostik doğasından kaynaklanır. Gnostisizm, karakteristik yapısı gereği dünyevi bir yapı barındırmadığı için siyasi olarak barınabilmesi oldukça zordur. Monoteist dinlerin (özellikle Hristiyanlık ve İslam) Maniheistleri bir tehdit olarak görüp uyguladığı amansız baskı ve Maniheizm’in pasifist öğretilerinin siyasi ve askeri gerekliliklerle çelişmesi, Maniheizm’in kalıcı olamamasını sağlamıştır. Maniheizm’in kendisi yok olsa da Ortaçağ Avrupası’nda Bogomiller ve Katarlar gibi dini akımları etkilemiştir. Günümüzde takipçisi olmasa da Maniheizm, halen içerisinde gnostik düşünce barındıran birçok kültürün ve inancın içerisinde kendinden bir iz bırakmayı başarmıştır.