Bu yazıda Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” kitabının ve adeta o kitabın bir tefsiri nihayetinde olan Desiderus Erasmus’un “Deliliğe Övgü” kitabındaki ortak temadan ve kitaptaki sosyolojik eleştiriden bahsedeceğiz. Erasmus ve Tanpınar’ın eserleri adeta aynı notayı çalan farklı enstrümanlar gibi birbirini tamamlar. Erasmus’ta Tanpınar’da aynı temel sorgulamayı yapar: İnsan, kendi kurguladığı bu düzenin tutsağı mıdır?
Desiderus Erasmus – Deliliğe Övgü
Desiderus Erasmus “Deliliğe Övgü” eserinde deliliği bir kurgusal karaktere dönüştürerek onun ağzından kendi fikirlerini konuşturur. Delilik, bir kürsüye çıkar ve kendi erdemini, insanlar üzerindeki etkisini, sebep olduğu saçma sapanlığı anlatır durur. Hayatın o kadar her yerindedir ki; savaşlarda, devlet yönetiminde, din adamlarında, kendini bilgin olarak gösteren sofistlerde, aşkta, insan ilişkilerinde her yerde deliliğin izini görürüz. Erasmus bize bunları hiciv yoluyla anlatırken her şeyin içerisindeki akıldışılığı ve iki yüzlülüğü yüzümüze vurur. Hayat olarak gördüğümüz yer ona göre bir tiyatro oyunu gibidir. İnsanlar kendilerine göre bir tiyatro kurgularlar ve bu kurguya göre yaşarlar. Bu tiyatro kurgusunda kimse kendisi gibi değildir. Herkes bir maske takar ve oyuna uygun bir şekilde yaşar. Erasmus “Deliliğe Övgü” kitabında deliliğin verdiği nutukta ironik bir şekilde deliliğin hakim olduğu bir hayatta deliliğin pek fazla övülmediğini söyler. Her yerde delilikten bir iz gördüğümüz halde, hayatı kurgulayanlar akılcı maskesi takınmış safsatacılar ve düzenbazlar olduğu halde. Ayrıca insanlar da bu safsatacıların kurguladığı hayatın bir parçası olmaktan onur duydukları halde, kısacası her yerde delilik hakimken, insanlar deliliği bir utanç ve gülünmesi dalga geçilmesi gereken bir şey olarak düşünür. Halbuki hayatın her yerinde olan deliliğin kötümsenmesi, aslında ironik bir biçimde insanların kendi hayatlarına karşı ne kadar kör olduğunun bir göstergesidir.
Bir krala, pek zengin ve pek kudretli bir ölümlü gözüyle kim bakmaz? Ama, onun ruhu itibara layık hiçbir sıfatla süslü değilse, sahip olduğu şeylerden memnun değilse, o gerçekten pek fakir değil midir? Ruhu birçok kötü tutkunun egemenliğine boyun eğmekte ise, o tutsakların en aşağısı değil midir? Bu dünyanın bütün diğer şeyleri hakkında böyle usa vurmalar yürütülebilir. Fakat bu örnek yeterlidir. Belki bana bütün bu usavurmalar nereye varıyor, diyeceksiniz, nereye vardığını şimdi göreceksiniz. Aktörler rollerini oynarken biri gelip onların maskelerini söküp atarak seyircilere doğal çehrelerini gösterirse, sahneyi bozmaz mı? Bir çılgın gibi tiyatrodan dışarı atılmayı hak etmez mi?
Fakat bu olunca her şeyin hemen yüzü değişir: kadın bir erkek olur, delikanlı da bir ihtiyar, krallar, kahramanlar, tanrılar o anda gözden kaybolurlar ve yerlerinde yalnız birtakım sefiller, maskaralar görülür. Hayal mahvolmakla piyesin uyandırdığı bütün ilgi mahvolur. İşte bu kılık değiştirme, bu gizlenmedir ki seyircinin gözlerini sahneye bağlar. Fakat hayat nedir? Böyle şekillere girmiş olan insanlar, sahneye çıkarlar, rollerini oynarlar ve tiyatro sahibi bazen kıyafetlerini değiştirdikten, onları kâh kralların görkemli erguvanı içinde, kâh esaret ve sefaletin iğrenç paçavralarına bürünmüş olarak gösterdikten sonra, nihayet sahneyi terk etmeye zorlar. -Desiderus Erasmus *Deliliğe Övgü*
Deliliğe Övgü’ de geçen yukarıdaki pasajda Erasmus, müthiş bir şekilde hayatın aslında bir tiyatro oyunundan farksız olduğunu, insanların kendi acizliklerini göstermemek için çırpındıkları, yalnızca bir kurguya uygun bir şekilde olmaya zorlandıkları bir oyundur. Bugün, kapitalizmin insanı kendine yabancılaştırdığı, kimsenin artık kendini bile tanıyamadığı bir çağdayken Erasmus’un ne kadar haklı olduğunu ve insanlığın iddia edilen tüm medeni gelişmelere nazaran aslında hiç gelişmediğini, hep aynı delilikle yaşamını devam ettirdiğini görebiliyoruz. İş hayatında girildiğinde beş para etmeyecek insanlara yalakalıkların yapıldığı, herkesin kendi egosunu tatmin etmek için her türlü saçmalığı gerçekleştirdiğini görüyoruz. Liyakatsiz insanlara liyakatli gibi davranıldığını, dinlerle insanların uyuşturulduğunu, futbol gibi eğlence araçlarının hayat memat meselesi haline getirildiğini görüyoruz. Tüm bunların yanında hayatımıza deliliği hepsinden daha fazla sokan başka bir araç daha var o da sosyal medya.
Sosyal medya deliliği hayata öyle bir yerleştirdi ki insanlar kendi hallerini göstermekten utanır oldular her yerde bir gösteriş, bir sahtelik çılgınlığı başladı. Deliliğin kurgusu o kadar gelişti ki insanlar artık bu kurguya uyum sağlamakta zorlanır hale geldiler, bir çok insan bu kurguya uyum sağlayabilmek için kendinden nefret eder hale geldi. Kendi doğal bedenini değiştirdi, fikirlerini ve ruhunu da kurguya uygun olacak bir şekilde sosyal medyadan edindi. Ama en ilginci delilik, artık kendisini saklayan ve insanların utandığı bir şey olmaktan çıkarak tüm çıplaklığıyla insanların gerçekten bir takım delilikler yaparak para kazandığı, ünlü olduğu ve toplumda yer kazandığı bir şey haline geldi. Tüm bunların yanında bu deliliği çılgınlık sayanlar, kurguya ayak uyduramayan, sahte yaşamak istemeyenler sahneyi terk etmeye zorlandı.

Deliliğe Övgü (Çeviri: Selena Erkızan, İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2013)
Ahmet Hamdi Tanpınar – Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü, 1950’lerin Türkiye’sinde akıl ile irrasyonalizm arasında kalmış insanın trajikomik hikayesini anlatır. Romanın ana karakteri Hayri İrdal, içe dönük ve pasif bir kişiliktir. Hayatı boyunca hep kendisinin de inanmadığı, absürt derneklerde çalışırken bulmuştur kendini. Ama bir gün çok zengin olan Halit Ayarcı’yla tanışmasıyla hayatı değişir. Aslında yine kendisini saçma sapan bir şeyin içerisinde bulur fakat bu beraber kurdukları enstitü saçmalığın daniskasıdır. Saatleri Ayarlama Enstitüsü denilen bu dernekte ana amaç saatlerdeki ufak hataları düzeltip herkeste aynı senkronize saat olmasını sağlamaktır. Fakat Halit Ayarcı bu derneği tamamen bir manipülasyon aracı olarak kullanır. Çok önemli bir dernekmiş gibi pazarlar içerisinde hiçbir işe yaramayan bir bürokrasi sistemi vardır kimse gerçekten bir iş yapmaz ama herkes kendini oldukça önemli ve işe yarar hisseder. Saatleri Ayarlama Enstitüsü de öyle bir pazarlanır ki çok fazla para kazanan oldukça önemli bir enstitü haline gelmiştir. Özünde ise o kadar da önemli bir şey yapmamaktadır. Burada herkes kendine bir rol takınır ve o rolü oynar.
Saatleri Ayarlama Enstitüsünde herkese göre bir iş vardır ve kimsenin bir iş yapması bile gerekmez. Her gün giderek daha da absürtleşen bu kurumda çalışanlar kendini statü ve para sahibi olarak bulur kendini önemli görmeye başlar. Halit Ayarcı Saatleri Ayarlama Enstitüsü aracılığıyla insanların kendini önemliymiş gibi hissetmesini sağlar ve bu sahne mutluluğu onlara sağladığı için kendini iyi bir insan olarak görür. Romanın ana karakteri Hayri İrdal ise tüm bu delilikleri sorgulayan bir kişi olsa da kendisinin hayalet kişiliği yüzünden yalnızca oradan oraya sürüklenir. Hayri İrdal öyle bir deliliğin sürüklenir ki kendisi de durumu kabullenmekten başka bir şey yapamaz ve kimliğini kaybeder. Pasif kişiliği ve önemsiz biri olma sebebiyle ne karısı ne kızı ne de oğlu onu sevmektedir. Özellikle halası Hayri’den nefret eder ve onu yalnızca onun parasını kullanmak isteyen aşağılık biri olarak görür. Ancak Saatleri Ayarlama Enstitüsündeki konumuyla birden herkesin içinde önemi artar ondan nefret eden cimri halası birden aşırı cömertleşir. Karısı ve kızı onun değerini yüksek görmeye başlar. Kıyafetlerini davranışlarını her şeyini değiştirirler. Yalnızca oğlunun Hayir İrdal’a nefreti baki kalır. Çünkü oğlu, tüm bunların bir delilik olduğunu fark etmiştir. Ancak o Hayri gibi erdemsiz değildir ve sahtenin peşinden koşmaz. Hakikatin yani doğrunun peşinden giden bir çocuktur. Bu yüzden erdemsiz olarak gördüğü babasına acıma ve nefretle bakar. Sonunda üniversite sınavında başarılı olarak ailesini terk eder. Zaten bunca deliliğin arasında tek akıllı olarak ailesi de onu çok önemsememiştir.

İki Eser Arasındaki Bağlantılar
Yukarıda bahsedildiği şekliyle anlayabileceğiniz gibi Desiderus Erasmus’un kitabı “Deliliğe Övgü”, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” kitabının adeta bir tefsiri gibidir. İki kitapta birbirini tamamlar. Erasmus’un bahsettiği delilik hayatın her yerine nakış gibi işlemiştir. İnsanlar deliliğin olmadığı yerlerde bulundukları zaman deliler tarafından deli muamelesi görülürler. Hayri İrdal karakteri, en başta deliliğin kurguladığı hayata uyum sağlayamayan bir insandır. Hayatın bu kurgusunda başarısız olduğu için toplum tarafından adeta görünmez bir insan gibidir. Beş parası yoktur, oradan oraya sürüklenir yalnızca. Ailesi bile ona saygı duymaz. Başkalarının gözünde ezik ve aşağılık bir adamdır Hayri İrdal. Bu pasif kişiliği onu deliliğin pençelerine sürüklediğinde ve artık kurgunun bir parçası olduğunda birden değerleniverir. Oğlu hariç herkes tarafından önemli ve sevilen bir insan haline gelir. Hayri İrdal ve yaşadıkları, Hayri İrdal’ı yapmak istedikleri adam: deliliğin hüküm sürdüğü, toplumun yapmak istediği adamdır. Sistemin insanları nasıl bir irrasyonalitenin içine soktuğunu ve irrasyonellikten beslendiğini gösterir.
Hayatın bu kurgusu karşısında insan, tüm bu yaşanılanların bir kurgu olduğunu fark ettiğinde Albert Camus’un Sisifos Söylemi’nde bahsettiği “uyumsuz” kavramı çıkar karşımıza. Sahte bir hayata sürüklenmek ve sahte bir şey yaşadığını bile bile onun içinde kalmak. İşte insanın çelişkisi ve onu hayata uyumsuz yapan şey budur. Bu sahtelikten kaçan insan, bunca anlamsızlığın içerisinde anlamı, sahteliğin içerisinde hakikati arar. Erdemsizliğin içinde erdemli olmaya çalışır. Başkaları için o başarısız ve sevilmeyen biri gibi görülse de o gerçek birisi olarak varoluşunu sürdürür ve ruhani tekamül yolculuğunda dosdoğru ilerler. Bilge gibi görünüp, safsatalarla ve retoriklerle yalnızca kitlelerin ilgisini çekmeye çalışan biri olmaktan çok insanlar ondan rahatsız olsa da arkasında tek bir kişi bile kalmayacak olsa doğrunun peşinden giden gerçek bilge olur. İşte Saatleri Ayarlama Enstitüsündeki Hayri İrdal’ın oğlu Ahmet, böyle bir karakteri temsil eder. Hayri İrdal içten içe oğlunun bu durumunu kıskanıp onunla gurur duyar ve oğlunun onu sevmemesi ona çektiği tüm acılardan daha çok acı verir. Ancak artık değişmiştir o ve asla düzelemez. Oğluyla kendisi artık farklı dünyalardadır asla birleşemezler birisi yalandır birisi gerçektir.
O kendisi olmak için beni unutmaya belki muhtaç! Fakat ben ancak onun sayesinde biraz kendim olabiliyorum. Bu, belki de onun hiç anlayamayacağı bir şey. O benim kaderimi bitmiş biliyor ve bunda haklı! Fakat ben onun kaderi üstüne acz içinde titriyorum.