“Avusturalya’da Aborjin gençler 16 yaşına geldiğinde çöle gönderilirler. Hayatta kalmak için aylar boyunca burada yaşamak, burada uyumak, buradaki meyvelerden ve etlerden yemek zorundadırlar. Bu diğer yaratıkları öldürmek anlamına gelse bile… Aborjinler buna Walkabout derler.” Walkabout filmi bize hem ilkel insanın hem de modern insanın çöldeki yolculuğunu anlatır. Bu ortak çölde doğadan kopan modern insanın iç sıkıntılarla ve nevrozlarla dolu dünyası, ilkel insanın doğayla uyumlu ve özgür dünyasıyla karşılaşır. Walkabout bizlere “ilkel” ile “modern” kavramlarını tersyüz ederek asıl ilkel ve vahşi olanın kim olduğuna dair kafamızda çarpıcı soru işaretleri koyar.
Modern İnsanın Kendisine İhaneti
Nicolas Roeg’in yönettiği 1971 yapımlı Walkabout filmi, modern insanın günlük yaşamının gösterimiyle başlar. Bu gösterimde kadınların ev işlerine erkeklerin de iş hayatına mahkum olduğunu görürüz. Bir babanın çocuklarını piknik yapma vaadiyle çöle götürmesiyle Walkabout tam anlamıyla başlamıştır diyebiliriz. Walkabout’da medeniyetin yüzüstü bıraktığı baba, nedenlerini tam bilemediğimiz bir şekilde çocuklarını çöle götürdükten sonra silahını çıkarıp onlara ateş eder. Çocuklarını vuramayan baba en sonunda intihar eder ve araba yanar. Walkabout filmindeki bu olay, modern insanın modern kültürle şekillenen hayatının anlamsızlığını ve içsel yoksunluğunu gösterir. Modern kültür, modern insanın DNA’sına yazılı doğasının bastırılmasına ve bilinçdışıyla sürekli bir çatışma içerisinde olmasını sağlar. Carl Gustav Jung’ un “İnsanlar ve Semboller” kitabında bahsettiği gibi ilkel insan, bilinçdışındaki problemleri rüyalarla ve mitlerle çözüme ulaştırırken modern insan, bilinçdışını tamamen görmezden gelerek yalnızca bilinç odaklı yaşamaya çalışır. Hayata sadece rasyonel bakmaya çalışan modern insan, bilinçdışını görmezden gelerek büyük bir irrasyonalitenin içerisindedir ancak bundan haberi yoktur. Modern insanın kendine olan bu ihaneti onun psikolojik sıkıntılarla ve nevrozlarla yaşamasına sebep olur. Walkabout giriş sahnesinde bize bunu çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Filme geri dönecek olursak, Walkabout’ta babanın intiharından sonra abla ve kardeşi ıssız çölde bir başlarına kalmışlardır. Yanlarında yalnızca piknik için getirdikleri yiyecekler vardır. Bu onların kendi Walkabout’u olacaktır.
Modern İnsanın İlkel İnsanla Karşılaşması
Walkabout filminin ileriki sahnelerinde çölde kendi başlarının çaresine bakmaya çalışan iki kardeşin artık kaynaklarını tüketmesi ve yardıma ihtiyacı varken bir aborjine rastlarladığını görürüz. Doğanın kendisinden aldığı eğitimle çölde hayatta kalabilme bilgisine sahip olan bu aborjin, bu iki kardeşi yanına alarak Walkabout’una üçü birlikte devam eder. Walkabout’ta küçük çocuk, doğaya daha yakın bir saflığı temsil eder çünkü Walkabout’ta çocuk karakterin zihni henüz modernite zehri tarafından zehirlenmemiştir. Bu yüzden küçük kardeşin ablasına kıyasla daha rasyonel, doğaya daha çok uyumlu ve daha olgun hareket ettiğini görürüz. Ablanın ise toplumsal normlar tarafından şekillenen zihin dünyası, onu gerçek doğasından uzaklaştırmıştır. Walkabout’ta masum kardeş ve ablanın bu karşıt özellikleri çocukluğun ilkel insana, dolayısıyla doğaya yakınlığını vurgular.

Nude ve Naked Arasındaki Ayrım
Simone de Beauvoir “İkinci Cins” kitabının ilk cildinde kadının tarihinden bahsederken kadın bedeninin nasıl tabulaştırıldığını anlatır. Tarım devrimiyle birlikte kadın, erkeğin zihninde hep doğayla özdeş bir varlık olarak canlanmıştır. Çünkü kadın, tıpkı toprak gibi doğurucu ve besleyicidir. Mitlerde doğayla, tarımla ve toprakla özdeşleştirilen tanrıların çoğunluğunun dişil olma sebebi budur. Kadının doğayla özdeşleşmesi ve bu yüzden üzerine kutsallıklar atfedilmesi kadının dini ve kültürel olarak tabulaşmasını sağlamıştır. Hatta İslam’da bile kadının tarlaya benzetildiği bir ayet vardır: >“Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz biçimde varın. Kendiniz için ileriye hazırlık yapın ve mutlaka Allah’a kavuşacağınızı bilin. İnananları müjdele” -Bakara Suresi, 223. Ayet
İnsanlar, özellikle vajinadan çıkan kanlara karşı özel bir anlam yüklemişlerdir. Bir çok dinde ve ilkel inanışlarda adet kanıyla ve bakireliğin bozulmasıyla ilgili inançlar gelişmiştir. Bazı inanışlarda bakirelik kötü bir şey olarak görülür. Kadınlar evleneceği erkekle gerdeğe girmeden önce kadının bir fallusla veya bu işle görevli olan erkeklerle bakireliği alınır. Bu işi hala Hindistan’da yapan görevliler vardır. Bu kişiler para karşılığında evlenecek olan kadının bakireliğini alırlar çünkü inanışlarına göre bakire kadından çıkacak olan kan, kötü ruhları beraberinde çağırır. Bunun yanında insanlığın doğayı yönetmeyi öğrenmesi ve toprağı özel mülkiyet haline getirmesi. Tıpkı doğa gibi kadının da mülkleşmesini getirmiştir. Özel mülkiyet anlayışı, toprağı büyük olanın küçük olandan daha önemli hale gelmesini sağlar. Toplumda statüsü yükselir. Toprağı büyütmek ve daha iyi işlemek için kalabalık aile gerektiğinden dolayı kadının önemi doğurganlığından ötürü artmıştır. Kadınlar ailelerin başka ailelerle anlaşma yapması için, toprak büyütmek için veya statü arttırmak için kullanılan mülkler haline gelmişlerdir.
Kadının bir obje olarak özel bir yere konmasıyla beraber kadın bedeninin gizlenmesinin de önemi artmıştır. Kutsal olarak görülen bedendeki bu bölgelerin gizlenmesiyle gizlenen bölgelerin kadında bir arzu bölgesi olması sağlanmıştır. Özellikle orta doğu kültürlerinde kadın bedeninin tabulaşması o kadar ileri seviyeye gelmiştir ki kadının bütün bedeni bir arzu nesnesi halindedir. Halbuki gerçekte, kadının bedeninde kutsal olan bir bölge yoktur. Kadın bedeni bir tabu değildir ve kadın bedeninin arzulanan bölgeleri de kültürden kültüre değişmektedir. Bazı bölgelerde cinsellikle hiçbir alakası olmayan bir bölge olan omzun görünmesi bile baştan çıkarıcı olabilirken bazı bölgelerde meme dahil örtünme neredeyse hiç olmamasına rağmen cinsel organlar dışında arzu nesnesi haline gelmiş bölge yoktur. Kadın bedeninin örtünme miktarı, kadın bedeninin ne kadar tabulaştırıldığıyla ilgilidir.
Bu ön görüşleri verdikten sonra İngilizcedeki nude ve naked ayrımına gelebiliriz. Nude ve naked ikisi de Türkçeye çıplaklık olarak çevrilir. Fakat kastettikleri çıplaklıklar farklıdır. Nude, bedenin estetisize edilmiş çıplaklığını ifade ederken naked, bedenin doğal halindeki çıplaklığıdır. Walkabout’ a geri dönecek olursak aborjinle çocukların çıplak bir şekilde aynı suya girdiklerini görüyoruz ve oldukça çıplak sahneler var. İlkel insan, modern insana kıyasla doğayla bütünleşmiş bir yaşam sürer. Kadın bedeni ilkel insana göre çok daha az tabulaşmıştır dolayısıyla çıplaklık ilkel insana göre doğaldır. Aborjin, kadınları naked çerçevesinden görür. Bu yüzden herhangi bir ahlaki çatışma yaşamaz. Walkabout’ daki bir sahnede kamera, çöldeki araştırmacılardadır. Walkabout’taki araştırmacı erkeklerin oradaki bir kadının biraz açılan bacağından ve göğsünden tahrik olduğunu görürüz. Walkabout, bu sahneleri çıplaklık tabusunun doğadan uzaklaşmanın bir göstergesi olarak sunuyor. Ayrıca ahlak bağlamında da modern insanın kendini bir sözde ahlak havuzu içinde bulduğu halde doğasıyla çatışmasının sürekli onu ahlaksızlık yapmaya itmesi ancak ahlaki yargılarını sadece doğadan alan aborjinin ahlak konusunda zorlanmadığını da görüyoruz.

Walkabout’un Sonu ve Son Çıkarımlar
Walkabout filminde bu walkabout boyunca aborjinin modern insanları gördüğünü ancak belki de onları tehlikeli bulduğu için kız ve çocuğa haber vermediğini görüyoruz. Hep beraber bir ev buluyorlar aborjin, bir erkek olma-olgunlaşmak için muhtemelen bu evin bulunmasını kıza verdiği bir hediye olarak görüyor. Kızla birleşmek için bir kur dansı yapıyor fakat kızdan karşılık alamayınca aborjinin intihar ettiğini görüyoruz. Walkabout filmindeki bu intiharın sebebi bilinmiyor. Belki de aborjin cinsel çağrısına geri dönüş alamadığı için kendi Walkabout’unu başarısız saymıştır ve bu yüzden kendini öldürmüştür.
Sonu belirsiz olan Walkabout filmiyle ilgili son çıkarımları yapacak olursak: Walkabout modern insanın zevk uğruna hayvanları katletme sahneleri, aborjinleri hizmetçilere çevirme sahneleri gibi sahneler de içeriyor. Yönetmenin vahşi ve ilkel dediğimiz aborjinin yalnızca ihtiyacı olduğu zaman bir hayvanı öldürmesi ve kendini doğanın bir parçası olarak gördüğü için her zaman doğaya saygılı olması fakat modern insanın sadece zevk uğruna hayvanları avlayıp doğayı tahrip ettiğini göstermesi, doğaya ait olan yerlerin işgal edilip özel mülkiyet adındaki sahte bir hak haline getirilmesi asıl ilkel ve vahşi olanın da kim olduğunu gösteriyor. Filmin sonunda yıllar geçmiş, kız karakteri artık evli çocuklu birisi haline gelmiştir. Walkabout ilk sahnelerde gösterdiği gibi kadını yine yemek yaparken gösteriyor. Kocası işten geliyor eşine sarılıyor. Kadın aborjinle geçirdiği günleri hatırlıyor ve o günlere dair belki bir özlem yaşıyor. Bize modern insanla ilkel insan arasındaki bu kocaman duvarı gösteren Walkabout, burada sona eriyor. Modern yaşam, insanı kendi personalarıyla hep bir kavga içerisinde olan, mutluluğa uzanmaya çalışıp daha da dibe batan bir varlık haline getirmiş. İçerisinde modernite, ilkellik, doğa ve insan doğası, ırkçılık ve vahşiliği barındıran Walkabout bize birçok konu hakkında düşünme ve kendimize bakma imkanı sunuyor.